12 Mart 2010

bir kediyle başladı hikaye....

Sınıfın panosunda bi şenlik bi şenlik sormayın...Rengarenk kedişler upuzun kuyruklarıyla süslediler koridoru..Her biri için birer isim bile bulundu...iyice sevdim ben bu kedi işini:)Geçen yıl sanırım yine bu ayda 4 tane yavrucuk çıktı karşıma evin balkonunda.Hemde pazar arabasının içine kurulmuşlar anneleriyle keyif yapıyorlar.Şaşkınlığımın ardından yaşadığım paniği anlatamam .Çünkü onları ne atabilirdim ne de bakabilirdim.Atamadım kaldılar ama ne uyudum ne de rahat oturdum sürekli yangın merdiveninden çıkan diğer kedilerle savaştım.Baktım olmuyor eve aldım onları ''gezegen''anneleri(çok geziyordu beni bakıcı olarak ayarlamıştı nasılsa :)) kafası rahat hatunun)gelene kadar.Of offf ne stresti ama öylede güzellerdi ki...Ben ''sarı''ya (tek onun adı vardı diğerleri numaralıydı)içlerinde farklı olana aşık olmuştum öyle miniktiki...Volkan Konak şarkılarını yoğun dinlemeye başladığım sıralardı bahar gelmişti her yer çiçek çiçekti ben bu kadar lanet bu kadar sulugöz degildim sanki daha gençtim:))onlar güzel bahar güzel sevmek güzel onları düşünmek güzel derken.....en önce sarı gitti...nasıl ağladım anlatamam(zaten çok pis ağlarım anlatılmaz yaşanır:))birer birer diğerleri de....beceremedim...Normalmiş ,bu doğanın kanunuymuş yoksa sokaklar da insandan çok kedi olurmuş, zaten bakamazmışım apartmanda, onlar hasta doğmuşlarmış belki....vs.. vs... teselli ettiler...işte geldi çattı aynı ay...ben onları kaybedişimin yıldönümünün yasını tutarken bugün kimbilir neleri gömen insanlar gülücekler...Son zamanlarda karşıma geçip ne kadar basit olduğumu söylemek isteyen varsa gerek yok biliyorum bu kadarcığım işte....bugün doğanlara selam söylemeli sanırım asıl ''ne şanslısın ki hala büyüyorsun...yaşlanmak fena bişey insanı melankolik yapıyor''

.....sen iyi ki varsın....



Olgunluk


.......20 li yaşlara kadar iyilikle kötülüğün ülkesi, kalın sınır çizgileriyle ayrılıyor birbirinden. Sıkı dostları ve düşmanları oluyor insanın. Onları ölesiye seviyor yada ölesiye nefret ediyor onlardan.

30 larındayalanı hakikatten ayırt etmeye başlıyor. İyi sandıklarının hıyanetiyle tanışıyor, sırtında dost işi hançer darbeleriyle; ve en kötü zannettiği şefkatle imdadına yetişiveriyor.

Zaman kanatlanıp da 40 ınayaklaştığında insan, iyiyi kötüden ayıran hudut çizgilerini birbirine karıştırıyor. İyilere nakşolmuş kötüyü ve kötülerin içindeki iyiliği de keşfediyor ademoğlu. Anlıyor ki, iyi insan/kötü insan yok; insanın içinde iyilik ve kötülük var, kötüyle iyi panzehiri değil birbirinin; kankardeşi. İyilerle kötüler çekiştirmiyor ipi. İyilik ve kötülükten örülmüş ibrişimin kendisi.

Bunu anlayınca şaşmıyorsun nefretin birden şehvete dönüşmesine; acı girdaplarının içinde hazzın raksetmesine. Tevazuyla gurur, haysiyetsizlikle onur el ele yürüyor. İnsan, şuuraltındaki isyankarla sahtekarı, günahkarla tövbekarı birarada farkediyor. Benim, hükmeden ve boyun eğen, zulmeden ve acı çeken. Bunca şiddet kadar onca merhamet de benim eserim. Minneti nefrete, korkuyu cesarete, zaferi hezimete bulayan benim. Kundak bezime tıpatıp benziyor kefenim, hayatım muhteşem ve sefil, mağrur ve rezil, hayasız ve asil.

İşte bu keşif kolaylaştırıyor yaşamı.. Anlıyorsun ki toplumlar gibi insanlar da kanlı iç savaşlarına borçlu ilerlemesini..

O zaman , iyileri kötülerden ayırmakgibi nafile bir uğraşı bırakıp -başta kendin olmak üzere- insanların içindeki iyiliğin peşine düşüyorsun; kıymet bilmeyi ve -yine başta kendin olmak üzere- herkesi hoş görmeyi öğreniyorsun.

Tükendikçe pahalanıyor zaman; günler azaldıkça uzuyor. Saçların gibi, seyreldikçe değerleniyor dostların. Günahları ve zaaflarıyla da övünüyor insanlar; sevapları ve zaferleri kadar.

Önemli değil kaç kez yenildiğin; önemli olan, kaç yenilgiden sonra yeniden doğrulabildiğin.

Bu paramparça ruhlardan, çelişkili duygulardan, çatışmanın açtığı yaralardan mucizevi bir ahenk çıkıyor ortaya ki olgunluk diyorlar adına.....

Can Dündar