28 Şubat 2013

zincirden neler yapılabilir...

Tabiki kağıt zincirlerden bahsediyorum;)


Elmanın iç yapısı ile dış görüntüsü arasındaki farkları bulmaları ve gözlem yapmalarına fırsat tanınır.
Elmalar soyulur ve çocuklara karışık bir şekilde dağıtılır. Daha sonra çocuklar üçerli gruplar halinde “meyve yiyorum” dramasını yaparlar. Gelen çocuklar ellerindeki elmaları yiyerek hissettikleri tatlara göre yüz ifadeleri takınarak çeşitli sözler söylerler(ekşi, tatlı, mayhoş vb.). Her çocuk kendine göre bir ifadeyle hissettiği tadı göstermeye çalışır.

26 Şubat 2013

Okumalık...

Yürüyüşlere başladım 2 haftadır aksatmadan her akşam çıkıyorum kulaklıkta ''Badem'' dım tıs dım tıs bazende sokak köpeklerinden en beyazıyla aramızdaki mesafeyi kollayarak  uzun yürüyüşler yapıyor ardındanda hani o yoldan geçenlerin aman ne komik koca kadınlar sallanıp bi acayip hallere giriyorlar diyerek alay etttikleri o malum spor aletlerine takılıp denizde gözüm, aklımda dünya hallerimle bir buçuk saati harcıyorum.Geçen gün köpecikle yürüyoruz (aaa bir adı yok yazarken aklıma geldi bir daha yürürse içimden ne gelirse o an adı o olur )beni geçti biliyorum ilerde bekleyecek yine park eden arabanın arkasına saklandım bekledim öyle bir geri dönüp beni buluşu vardı ki sanırsın annem bende yaramaz çocuğu :)İşte tam da o gün hava durgun pek bahar...Çıkarıp montu ohhh ferahlayıverdim zaten kat kat hiç sevmem.Bugün acısı çıktı bi halsizlik bir üşüme bunları sıcak su torbam ki Kayra hazırladı sayılır ve batteniyemle birlikte yazıyorum hastayım ilgiye ihtiyacım da var alt yazısıda geçip duruyor anlayın artık;)Hastayım diye yürümekten vazgeçmedim görüldüğü gibi yazmaktanda....
Bu arada bu kitapta yeni bitti takdim edeyim dedim...
Beyaz Zambaklar Ülkesinde, Mustafa Kemal Atatürk zamanında Türkçeye ilk kez çevrildi. Atatürk, kitabı okuduğunda bu destansı başarıya tek kelimeyle hayran olmuştu. Derhal kitabın ülkedeki okulların, özellikle askeri okulların müfredatına dahil edilmesini emretti. Türk askerleri ülkelerindeki “yaşamı yenilemek” için mutlaka bu kitabı okumalıydılar. O vakitler, kitap o kadar çok ilgi gördü ki, Kuran-ı Kerim’den sonra en çok okunan kitap haline geldi.

Bu kitap tüm yoksulluğa, imkansızlıklara ve elverişsiz doğa koşullarına rağmen, bir avuç aydının önderliğinde; askerlerden din adamlarına, profesörlerden öğretmenlere, doktorlardan işadamlarına kadar, her meslekten insanın omuz omuza bir dayanışma sergileyerek, Finlandiya’yı, ülkelerini geri kalmışlıktan kurtarmak için nasıl büyük bir mücadele verdiklerini, tüm insanlığa örnek olacak biçimde gözler önüne sermektedir.

25 Şubat 2013

Herkesi aynı görmez gönül gözü;)

Beni çizmiş Tuğra ne yalan söyleyeyim  uzun leylek bacaklı çizmiş ya en çok ona tav oldum:)))

23 Şubat 2013

Çilek kokulu bir gündü...


 
   Çocuklar hazırladıkları çilek figürlerini bellerine takarlar. Öğretmen manavdan çilek almaya giden müşteri, çocuklar da manavda müşteri tarafından alınmayı bekleyen çilekler olurlar. Yan yana dizilerek kasada bekleyen çilek öykünmesi yaparlar. Öğretmen manava gelir. Kasalarda değişik meyveler varmış gibi değişik meyve isimleri söyler. Öğretmen arkasını döndüğü anda çilekler canlanarak konuşmaya ve hareket etmeye başlar. Öğretmen çileklere doğru yüzünü döndüğü anda, her biri eski halini alarak hareketsiz bir şekilde dururlar. Öğretmen geri dönüp baktığında çileklerden hareket halinde olan varsa bu çilekler alınarak kesekâğıdana konulur. En son bir çilek kalana kadar dramaya devam edilir. Son kalan çilek müşteri olma hakkını kazanır. Drama birkaç kez tekrar edilerek. Çocuklara “Manavda müşteri tarafından alınmayı bekleyen çilekler olduğunuzda neler hissettiniz sorusu yöneltilerek hislerini anlatmaları istenir.

 

18 Şubat 2013

Başka türlüsü....

Aklımdan çıkmıyorsun dedim,
başka türlüsünü yorgunum anlatmaya...
                                                                                      A. Cahit ZARİFOĞLU
                                             
Cahit Zarifoğlu (Yaşamak, 120)

“Bu arada kendimle kalınca sakin ol diyorum ama ne zamana kadar.
Bu kaçıncı gecedir kendi kendime onunla konuşuyorum. Geçmiş acılı günlerin tartışmasını yapıyorum. Anlatıyor ve bütün yanlış anlaşılmaları, haksızlıkları düzeltiyorum. Onları yeni baştan yaşanacak bir zamanın önüne getiriyorum. Konuşuyorum onunla. Boş zamanlarımda da değil. Günlük çalışmalar sırasında
ama gören olmuyor bu yaptığımı. Dış görünüşüm ele vermiyor beni.
Kısa ya da uzun yürüyüşlerde oluyor nedense daha çok. Bir dalgınlığa koyulma gibi başlıyor. Arkadaşlarımı bilmiyorum ama yürüyüşler çok verimli benim için. Hem dışarda görünüyorsun hem içeriye kaybolabiliyorsun. Ayak seslerinin biraz arkasında az bir gayretle bir benzemeden dolayı başka bir ses duyulmaya başlıyor. Adi adıma geçilince bir çözülme, ayak seslerinin birbirine ve oraya buraya çarpması, bir dağınıklık başlıyor. Ama biraz dikkat edilince o dip sesin kaybolmadığını, görünüşte sadece beraberliğin bir parça dağıldığını, zira işin içine sesin sahiplerinin mizaçlarının karıştığını, bir nevi cezbenin başladığını görüyorum. Kendime dair düşüncelerim kayboluyor. Ve bu mizaçların sahiplerine, yüzlerine bakıyorum. Tanıyorum bu insanları. Ve görüyorum ki seslerine sahip çıkıyor değiller. Ve bilmiyorlar. (…..) Ve daha bir çok günlük olay ve eşyanın hemen arkasında kullanmakta olduğum zamana en yakın bir içimde beraberliklerimizi düşünüyorum. Haşa, “marifet” bu olsaydı derecemle övünürdüm. -Bir gün biri çıkar, insanları ölçmek için meslekleri ne olursa olsun aşık olup olmadıklarını sorarsa, anlamaya muvaffak edildiği bir ince güzelliğin hakkını kullanıyor demektir.
Elimizdeki bütün işleri bırakıp, evlerde, parklarda, yollarda öbek öbek toplanıp ve dağ başlarında bir araya gelerek omuz omuza yaslanarak düşünelim.
Hiç aşık olduk mu?
Neye aşık olduk?
Onu nasıl karşıladık?
Onun ilk niyetiyle donduk kaldık mı yoksa ilk nimet gözlerimizi onun gizlediği daha büyük bir nimete mi açtı.
Ve ikincisi üçüncüsüne
ve böylece
gide gide
gerçek marifetle gelebildik mi içiçe.
Oysa ben neler düşünüyorum. Diyorum ki gururumun bu kadar incinmesine dayanmamalıydım. İşte başıma gelen. Daha başlangıçta takılıp kalmışım bile. Böyle olacağına, insan, arkasının gelmeyeceğini bile bile, bir kaç zavallı lirasını ihtiyacı olanlarla bölüşebildiğini düşünüp böbürlensin daha iyi.
Niye yazıyorum ki bunları.
İçimiz bir dolap değil ki açıp bakalım. Açıp gösterelim. Yine de anlatıyoruz ama. Bizi farkedince eşyaların arasına gizlenmeye çalışan bir böceğe benziyor anlattıklarım.
Gelecektim. Ama daha bir kötü hatıram olsun istemedim. Ona böyle yazdım. Merhametle bakarak gülümsedim. Görünüşü acımayı da zorlaştırıyor insana.
Nereye varacağı belli olmayan kendi sağlığım taşınmaz bir yük oluyor. Hayret o da gülümsüyor. Yine demiyorum. Bakıyor. Fakat bu defa sanki o değil.
Peki ben kimim?!”

17 Şubat 2013

önce yaş alınır sonraaaa partiiiiii






          
 
 
 
 
 Örümcek adamın ağını cam için sineklik tülünden yaptım silikonla tutturuverdim eline;))
 
 

10 Şubat 2013

Dekorasyonda ipucu



Boyayıp, peçeteleyip astığınız tabakların nasıl olupta orada durduğunu merak ediyordum yine gezerken buldum.. 

9 Şubat 2013

Ne vereyim ablama:)))

Hala tatil modundan çıkamamış evine yolu düşememiş bir halde bir şey üretememenin rahatsızlığını yaşıyorum ama bahanelerim de pek çok saymak gereksiz.Yine uyku tutmayıp aylak aylak gezerken bu saksıları görünce kendi yaptığım geldi aklıma hatırlamak isterseniz burada yukarıdaki görselde buradan...   
yarın eve dönüş var Ankara sonrası bir günde 4 makina çamaşırı yıkayıp asıl işin bunları asacak yer olduğunu anlayıp as kurut ütüle sistemiyle tuş olan ben ertesi gün miğrenle uyanıp zorla yatmak zorunda kalıp sancılı bir dinlenme günü geçirip Akçay için akşam yola çıkmıştım bile:))Enerjikmiyim gezentimiyim safmıyım belli değil Cem Yılmaz' ı anıp ortaya karışık ''little little into the middle'' deyip ellerimle de desteklerim(Cem Yılmaz izlenmezse bu espiride havaya uçar gider ya neyse;))

Bunlarda Ankara'dan kareler...