17 Ekim 2013

gece gece okumaca...Hakan Günday ...Az...

Çocuk şiddeti, hayatın şiddeti, aşkın şiddeti, inancın şiddeti, hırsın şiddeti üzerine, A'dan Z'ye şiddet üzerine, dilin ve yazının şiddetiyle bir roman... 


''İnsan doğar .On onbeş yıl sonra dünyanın nasıl bir tezgah olduğunu ve doğumla ölüm arasına nasıl hapsedildiğini fark eder.Bu aslında bir histir, bilgi değil.Ve ilk tepkisini verir.Avazı çıktığıu kadar bağırarak.Bu çığlık,bir kalabalığın içinde cüzdanını çaldırdığını fark eden kişinin çaresiz haykırışına benzer.Önce,aşağılayan ve umursamaz bakışlar atan kalabalık ,sonra da aşırı gürültüye dayanamayıp ,içlerinden birini ,bağırıp çağıranla konuşmaya gönderir.O da gidip''Biz de çaldırdık cüzdanı,ne var?Senin gibi kıçımızı yırtıyor muyuz?''der.Böylesi bilimsel bir müdahale için,genellikle diplomalı olanlar tercih edilir.Kalabalığın kayıtsızlığı karşısında yavaş yavaş sesi kesilen yaygaracı, gerçeği kabullenir ve çevresindeki boşluğu insanlarla doldurur.Buna büyüme denir.Yetişkin olma.Tam olarak yetişkin uysallığı.Yapay bir haldir.Tasarlanmıştır.İşlevselliği üzerinde hesaplar yapılıp öyle biçimlendirilmiştir.Yetiişkin uysallığının temeli ,toplumun varlığının sürdürülebilmesi için toplumdaki her bireyin bir boka yaraması gerektiği inancında yatar.Ve en önemlisi ,yetişkin uysallığı,tamamen  ölçüsüz bir dünyada ,milimetrik biçimde ölçülüdür.Oysa on dört yaşındaki bir çocuğun ,ergen öfkesi olarak nitelenerek aşırı davranışları ,doğal olandır.Gözlerindeki doğum çapakları dökülmüş  ve dünya üzerinde dönen bütün dolapların sırtına yüklenmiş olduğunu anlamıştır.Kendini odasına kilitleyip dışarıyı dışarıya hapsetmeye çalışır.Ya da bütün kapıları  ve duvarları avazı çıktığı kadar bağırarak yıkmaya.Tepkileri ,insanın ateş saçan bir ejderhayla karşılaşınca vereceği türdendir.Dolayısıyla bu tepkinin ,hayatta kalındığı sürece ,yani ejderha yok olup gitmediğ sürece devam etmesi gerekir.......''

''Eğer,insanların ölülerini yakıp sadece gökyüzüne bakarak andıkları bir ülkede yaşıyor olsalardı beş kuruş kazanamazlardı. Ama doğdukları kentte ,hayatta kalanlar,ölülerini anmak için ,en son görüldükleri yer olan mezarlarına geliyor ve başlarında durup birkaç kez burun çektikten sonra ,zamanında az para vermedikleri mermerleri yıkatıyorlardı.Çocuklar da bu nokta da devreye giriyordu.Ellerindeki plastik fırçalar ve su bidonlarla.Ölüsünü hatırlamaya gelmiş olanın duygusal açıdan gevşemesini fırsat bilip karşısına dikiliyor ve merhamet ağacından para toplamak için küçük ellerini uzatıyordu.
  Hayatın yan sanayisi denebilecek bir ticaretti bu aslında.Hayattan sonrasına ilişkindi.Yaşayanın ölü olanla iletişimine bir katkıydı.Anlamlı biçimde gözlerini kırpıştıran ,boyları bir buçuk metrenin altında olan çocuklardan, aldıkları bahşiş karşılığında ölülerin rahat uyuması için dua etmesi bekleniyordu.Oysa insan ölünce uyumuyor ,hatta çogu durumda ,ölmeden önce uyanıp gözlerini can simidi gibi açıyordu.Dolayısıyla rahat uyumak gibi birşey söz konusu değildi....''

''Çocuk dediğin ,ölümü öğrenince büyür,gibi bir cümlenin de bu mezarlıkta bir anlamı yoktu.Çünkü eğer ölümü öğrenince büyüyorsa ,mezar temizleyerek para kazanınca ne oluyordu?....''

''Diyebilirsin ki,bir insanı,fotoğraflarından ve hakkındaki haberlerden ne kadar tanıyabilirsin?Haklısın.Belki de çok az...O zaman şöyle demeliyim: Seni az tanıyorum...Az...
  Sen de fark ettin mi?Az dediğin ,küçücük bir kelime.Sadece Ave Z. Sadece iki harf .Ama aralarında koca bir alfabe var.O alfabeyle yazılmış onbinlerce kelime ve yüzbinlerce cümle var.Sana söylemek isteyip de yazamadığım sözler bile  o iki harfin arasında.Biri başlangıç biri son.Ama sanki birbirleri için yaratılmışlar...''

Bayramlaşalım...

Bayramlaşmaya geciktim ama bunda bayramdan hemen önce İstanbul da toplantısına katıldığım    comenius projesi toplantısının ,ardından hemen geçirdiğim miğren krizinin ve bitmesiyle valiz hazırlayarak yola çıktığım Akçay'ın etkisi elbetteki var.Bahanem ne olursa olsun geciksem de geldim ve büyüklerin ellerinden küçüklerin sıcacık yanaklarından öperim .....